top of page

NE KADAR FARKLIYIZ?

Yazarın fotoğrafı: Arda ÇELİKArda ÇELİK

Güncelleme tarihi: 17 Ağu 2024

Gün içinde, boş zaman dediğimiz o anlar silsilesinde kendimi düşünürken bulurum. Aklım kentleri, kentlerin sokaklarını dolaşır durur. İnsanlara denk gelir, yüzlerine şöylece bakar geçerim. Ardından yaşananlara, tanıklık edilenlere, paylaşılanlara sıra gelir. Yüzler, denk düşülenlerden daha nettir. Çizgileri, gözleri, dudakları, saçlarıyla belirginleşir ve bulanıklaşır. Görünmez duruma gelene kadar bakışlarını üstümden çekmez. Bir ses, bir koku, bir nesne beni dalgınlığımdan çekip alır. İşte o an aklımda yer edinmiş soruların bazısı yeniden kulağımda çınlar. “Mağaraya el izini bırakmış, ilk atalarımızdan ne kadar farklıyız?”


İz bırakma dürtüsünün gücü karşısında kalakalırım. Bunun insana özgü doğallığı başımı döndürür. İşte, Ayasofya’ya gelen Viking’in kazıdığı o söz gibi yaşam: “Halvdan Buradaydı”.


Sonra biraz daha düşüncenin serin sularına dalar, gözümü açarım. O boz bulanık maviliğin arasında derinleştikçe ortaya çıkan karanlık beni ürkütür. Nefes almaya çalıştığım gibi çırpınarak suyun yüzüne çıkarım. Oysa suyun altında nefes alınmayacağı herkes bilir. Düşünmek sabır işidir. Aceleyle ve telaşla yapıldığında ise sersemletmekten başka işe yaramaz. Nefes almak uğruna nefes nefese kalış da armağandır.


Kentleri inşa eden, gökyüzünü inceleyen, ırmakların yönünü değiştiren akıl; nasıl olur da kendine döndüğünde karmaşadan başka bir şey vaat etmez? İşte, o çınlayan sorunun yanıtına yaklaşır gibiyim. Savaş makinelerini icat eden, milyonları yöneten, hastalıklara çare bulan akıl “yapıcı akıl”dır. İlk atadan bu yana gelişen “yapıcı akıl”. Yapan ve kuran akıl! Ama hâlâ kendine döndüğünde karmaşıklaşmasına yanıt alamıyorum…


Eksik olan, kendine dönük akıldır. İz bırakır bırakmasına da neden bıraktığını sormaz. Nesneye dönüktür o akıl. O yüzden de nesnenin devinimde parlamış ve gelişmiştir. Nesneyi dönüştürdükçe, doğa güçlerinden yararlandıkça, doğanın verdiklerini kullandıkça büyümüştür. Yapmıştır, kurmuştur. Ama yıkabilmiş midir?


Yıkım sözcüğü, kulağı tırmalar ilk başta. Rahatsızlık verir. Tehlikeyi çağrıştırır. Korunma güdüsünü tetikler. Ama nafile. Biraz da üstüne gitmek, daha derine inmek o karanlığa dalmak gerekir; ne dediğini duyabilmek için. Kulağı tırmalayışının ardındaki uyumu ve derinlerindeki esini yakalamak için yakından bakmak ve ardından uzağa bakmak gerekir. Göz eriminin vardığı yerdeki engelleri yıkmaktır çare…


İnsanın yaptıklarını, kurduklarını görürken bakılmayan; doğanın sesinden uzaklaşmış gürültüyü dinlerken duyulmayan; gün içinde, anlar silsilesinde bir kereliğine dokunmakla yetinir. O dokunuşu duyumsayanların, belki de o soruyu yeniden sorması gerekmektedir:


“Mağaraya el izini bırakmış, ilk atalarımızdan ne kadar farklıyız?”


0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page